17 Aralık 2017 Pazar

Papatya ve Kelebek (Papatya Falı Hikayesi)

Yıllardır sevgililerin sevgililerin emin olmak için papatya yapraklarını koparak baktıkları papatya falının hikayesi biliyor musunuz?

        Kozasından çıkan bir tırtıl kendisine yuva yapmak için harekete geçer. Yuvasını yapar ve ertesi günü çok güzel bir kelebek olarak uyanır. Muhteşem güzelliğine hayran olur. Mutlulukla uçmaya başlar. Doğanın güzelliklerini görmek için yükseklere uçar. Dağları tepeleri aşar ve yorulur. Dinlenmek için durduğu yerde gözüne uzakta duran bir papatya çarpar. Hemen papatyanın yanına uçar ve papatyanın güzelliğine hayran olur.


         Papatyaya uzaktan güzel göründüğünü yanına geldiğinde ise daha güzel olduğu söyleyen kelebek ve papatya arasında bir sohbet başlar. Papatya kelebeğin sözleri üzerine utanır ve çekingen tavrı ile kelebeğe hoş geldin der. Yalnızlıktan sıkıldığını yanına gelerek kendisini mutlu ettiğini söyleyen papatya kelebekten çok hoşlanmıştır. Tabi kelebekte papatyadan...
         Gece olduğunda yıldızları seyrederken uyuyakalan papatya ve kelebek birbirlerine aşık olmuşlardır.
         Sürekli papatyanın üzerinde uçarak güneşin yakıcı etkisinden korumaya çalışan kelebek papatyaya olan sevgisini ifade etmeye çalışır ve bir türlü bunu söyleyemez. Aynı duyguları yaşayan papatyada sevgisini ifade etmekten çekinir.
         Böylece iki sevgili yan yana ama sevgilerini paylaşmadan sürekli sohbet etmişler. Böylece saatler saatleri kovalamış. Günler geçip de, kelebek artık zamanı kalmadığını, gücünün tükendiğini anlayınca, papatyaya dönmüş ve; "Üzgünüm ama senden ayrılmam gerekecek" demiş. 
Papatya buna bir anlam verememiş. "Neden" demiş. "Yoksa benim yanımda mutsuz musun?". "Hayır" demiş kelebek. "Bilakis, sen benim hayatıma anlam kattın. Fakat biz kelebeklerin ömrü sadece üç gündür. Ve ben de ömrümü tamamladım. Artık kelebeklerin hiç ölmediği bir yere gitmeliyim." 
Papatya bu duruma çok üzülmüş ama yapacak bir şey yokmuş zaten. Kelebek artık hiç gücünün kalmadığını, daha fazla tutunamayacağını fark ettiğinde, son bir gayretle papatyaya "Sevi seviyorum" diyebilmiş ancak. Papatya donakalmış. Sadece "Bende..." diyebilmiş kelebeğin arkasından. Ardından da gözyaşlarına boğulmuş. 
İçinden "Keşke onun da beni sevdiğini bilseydim. Keşke onu sevdiğimi söyleyebilseydim." diye geçirmiş. Papatya, sevdiğinin onu sevdiğini bilmeden geçirdiği günlerin acısına dayanamamış. Bir süre sonra yaprakları önce solmuş, sonra da dökülmeye başlamış. Her düşen yaprakta papatya, "seviyormuş" diye geçirmiş içinden.
İşte o günden beri, bunu bilen aşıklar, Sevgililerine soramadıklarını hep papatyalara sormuş: 
"Seviyor mu, sevmiyor mu?"



Fotoğrafçı: Man & His Cam
Kaynak: https://www.enteresan.com/papatya-ve-kelebek-papatya-fali-hikayesi

16 Mart 2014 Pazar

Hassasiyet

Şeytan ile Oduncunun Savaşı

Odunculukla hayatını kazanan bir zat vardı. Allah'a karşı kulluk" vazifesini yapar, kimsenin ekşisine tatlısına karışmazdı. Bu zahit kişinin bulunduğu köyün yakınında bir köy daha vardı, onlar da dağda kutsal diye kabul ettikleri bir ağaca taparlar, ondan medet beklerlerdi.
Oduncu, bir gün: «Şunların Allah diye taptıkları ağacı kesip odun edeyim, pazarda satarak ekmek parası kazanırım; hem de, bir kavmi Allah'a isyandan kurtarmış olurum» diye düşünerek Allah rızası için ağacı kesmeye karar verdi.
Dağa doğru giderken karşısına acayip suratlı pis bir adam çıkarak nereye gittiğini sordu. Oduncu:
- Halkın Allah diye taparak Allah'a isyan ettikleri ağacı kesmeye gidiyorum, dedi. Adam, oduncuya:
- Ben şeytanım... O ağacı kesmene müsaade etmiyorum, deyince zahit oduncu, şeytana çok kızmıştı.
Öldürmek için hücum ederek yere yatırdı ve üzerine oturup hançerini boğazına dayadı.
Şeytan zahide:
- Ey zahid, sen beni öldüremezsin. Allah bana kıyamete kadar müsaade etmiştir. Fakat gel o ağacı kesme, seninle anlaşalım. Ben sana her gün bir altın vereyim, sen de ağacı kesmekten vazgeç. Hem el ağaca tapıyormuş, günah işliyormuş senin neyine gerek, altınını al işine bak, dedi.
Adam şeytanı bırakmıştı. Şeytan adama, akşam yatıp sabahleyin yastığının altına bakmasını söyledi ve anlaşarak ayrıldılar.
Adam ağacı kesmekten vazgeçip, evine dönmüştü.. Akşam yatıp sabahleyin yastığının altına baktığında, altını gördü. Memnun olmuştu, ikinci gün oldu. Fakat bu sefer şeytan altını koymamıştı. Adam kızıp baltasını aldığı gibi dağa ağacı kesmeye gitti. Fakat yolda yine şeytanla karşılaştılar. Adam şeytana iyice kızmıştı. Görünce:
- Seni sahtekâr seni, kandırdın değilmi beni?., diyerek üzerine hücum etti.
Fakat evvelkinin tam tersine bu sefer şeytan adamı tuttuğu gibi altına aldı. Adam şaşırmıştı. Bu nasıl hâl der gibi şeytanın yüzüne bakıyordu. Şeytan:
- Hayret ettin değil mi? Niçin bana yenildiğinin sebebini söyleyeyim: Dün sen Allah rızası için ağacı kesmeye gidiyordun. Seni değil ben, dünyadaki bütün şeytanlar bir araya gelsek yine yenemezdik. Lâkin şimdi Allah rızası için değil de, sana altını vermediğim için kızdığından gidiyorsun, işte o yüzden bana mağlup oldun ve sana ağacı kesmene müsaade etmeyeceğim, dedi.
Kaynak: Büyük Dini Hikayeler, Osmanlı Yayınevi


Allah İçin
Allah'ın (c.c.) kılıcı Hz. Ali (r.a.) bir savaş esnasında düşmanı olan bir yiğidi yere yıkıp öldürmek üzereyken, düşmanı Hz. Ali'nin (r.a.) yüzüne tükürdü. Bunun üzerine Hz. Ali düşmanını bırakarak ayağa kalktı.

"Yürü git seni öldürmekten vazgeçtim, serbestsin." dedi.

Savaşçı bu duruma şaştı.

- "Beni alt edip öldürmek üzereyken neden vazgeçtin. Seni ne alıkoydu? diye sordu.

Hz. Ali (r.a.) cevap verip şöyle dedi:

- "Ben seninle Allah (c.c.) yolunca ve Allah'ın (c.c.) rızasını kazanmak için savaşıyordum ve onun için seni öldürecektim. Sen yüzüme tükürünce kinlendim, sana kızdım; eğer o an öldürseydim sana kızgınlığımdan bunu yapmış olacaktım. Yani seni Allah (c.c.) rızası için değil de kendi nefsim için öldürmüş olacaktım. Bu yüzden seni serbest bıraktım."

Bunu duyan adam, bu büyük asalet ve incelik karşısında iman ederek müslümanlar safına katıldı.

7 Şubat 2014 Cuma

İstiridyenin İçine Bir Sızı Düştü

Kendi halinde, sade ama mutlu bir hayatı vardı istiridyenin. Denizin derinliklerinde bir kayaya tutunmuş yaşayıp gidiyordu. Tuzlu deniz suyundan yiyeceğini buluyor, sert kabuğu onu düşmanlarına karşı koruyabiliyordu. O da zamanın büyük kısmını sağından solundan süzülerek geçen balıkları seyrederek geçiriyordu.
Derken, bir gün, istiridyenin içine bir sızı düştü. İçinde hissettiği acı sakin hayatını alıp götürmüş, yerine sıkıntılı ve sancılı günler getirmişti. İstiridye, bu sancıların nedenini öğrenmekte gecikmedi: Bir kum taneciği! Küçücük bir kum taneciği nasılsa istiridyenin içine girmiş ve şimdi onu acılar içinde kıvrandırıyordu.
Bir gün istiridye kendi kendine bu kum taneciğini ne yapacağını düşünmeye başladı. 'Bu sıkıntı neden benim başıma geldi? Nasıl böyle bir şey oldu?' gibi sorular sormanın gereksiz ve faydasının olmayacağını biliyordu. O kum taneciğinden kurtulmanın mümkün olmadığının da farkındaydı. O halde yapması gereken, şimdi düşman gibi görünen bu davetsiz misafirle birlikte yaşamaya çalışmaktı.
Bu kararının ardırdan istiridyenin sancıları sona ermedi, ama azaldı. Şikâyet etse kat kat artacak olan sıkıntıları dayanılabilir ölçüde kaldı. Günler, aylar ve yıllar geldi geçti, ilginçtir, istiridyenin ağrıları ve sıkıntıları da neredeyse sona ermiş ve ardından herkesin ziyaret etmekten zevk duyduğu bir istiridye bırakmıştı.
Çünkü hayatının uzun süre acılarla geçmesine neden olan o kum taneciği, onun sabrıyla bir inciye dönüşmüştü. İstiridyenin bulunduğu yerde yaşayan diğer deniz canlıları onu sık sık ziyaret etmeye, zaman zaman kabuğunu açtığından ortaya çıkan muhteşem inciyi seyretmeye geldiler.
Ve bir şeye hiç karar veremediler: O harika inci mi istiridyeyi güzelleştiriyordu, yoksa sabır ve sükûnet sembolü gibi duran istiridye mi inciyi öyle güzel gösteriyordu?


Normal hayatımızda da olmuyor mu böyle sıkıntılar. Her an zorluklarla baş başayız. Zorluklara sabır edebildiğimiz kadar kazançlıyız unutmayalım... 

17 Temmuz 2013 Çarşamba

Dinde Bela ve Lanet Okumanın yeri

Ebû Derda (ra) anlatıyor: Resûlullah (sav) buyurdu ki: “Bir kul herhangi bir şeye lanet edince, lanet göğe doğru yükselir. Fakat gök kapıları lanete karşı kapatılır. Sonra yere doğru iner. Bu defa yer kapıları ona kapatılır. Sonra sağa ve sola doğru yol tutar. Girecek bir yer bulamayınca lanet edilen kişiye döner. Eğer lanete layık bir kimse ise onda kalır. Aksi halde lanet edene döner.” (Ebû Davud) Ebû Hureyre (ra) anlatıyor: Resûlullah (sav) buyurdu ki: “Çok dürüst kimseye lanetçi olmak yakışmaz.” (Müslim) Ebû Derda (ra) anlatıyor: Resûlullah (sav) şöyle buyurdu: “Çok lanette bulunanlar, kıyamet günü ne şefaatçi ne de şahid olabilirler.” (Müslim) Semure b. Cündüb (ra) anlatıyor: Resûlullah (sav) buyurdu ki: “Birbirinizi Allah’ın lanetiyle, gadabıyla ve cehennem ateşiyle lanetlemeyiniz.” (Ebû Davud, Tirmizi) İbni Mes’ud (ra) anlatıyor: Resûlullah (sav) şöyle buyurdu: “Mümin; kusur bulan, lanetleyen ve müstehcen söz söyleyen kimse değildir.” (Tirmizi) İmran b. el-Husayn (r.anhüma) anlatıyor: Resûlullah (sav), seferlerinden birinde iken Ensar’dan bir kadın, devesinin sırtındayken (deve kendini ısırınca) canı sıkıldı ve devesine lanet okudu. Resûlullah (sav) kadının lanetini duyunca: “Devenin sırtındakileri alın, kendisini salıverin. Çünkü o lanete uğramıştır” buyurdu. (Müslim) Ebû Berze el-Eslemi (ra) anlatıyor: Genç bir kadın, üzerinde yolcuların bazı eşyaları olan bir deve sırtında iken bir de baktı ki, Resûlullah (sav) dağ (yolu) da canlarını sıkmıştı. Genç kadın deveye, “Yürüsene, Allah’ım bu deveye lanet et” dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sav), “Lanete uğramış bir deve, bizimle birlikte yolculuk etmesin” buyurdu. (Müslim) Bilesin ki hadiste, içinden çıkılmaz bir durum gözükse de, hadiste böyle bir problem yoktur. Hadisten maksat, o yolcuların sadece o deve ile birlikte yolculuk yapmalarını yasaklamaktır. Yoksa hayvanın satışı, kesimi ve Peygamberimiz’le beraber yolculuğunun dışında ona binmek yasaklanmamıştır. Bilakis bütün bunlar caizdir. Bu yasak sadece Resûlullah’ın beraberliğinde o deveye mahsustur. Zira bütün bu işlemler deve hakkında caizdir. Ancak onlardan biri (o yolculukta binilmesi) yasaklandı. Geriye kalan tasarruflar eskiden olduğu gibi aynen (caiz olarak) kaldı. Doğrusunu Allah bilir. Haksız yere bir Müslümana sövmek haramdır Allah-u Teâlâ buyuruyor: “Müslüman erkek ve kadınlara işlemedikleri (bir günah) yüzünden eza edenler, muhakkak bir yalan ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir.” (Ahzab: 58)